SELÇUKLU ANADOLUSUNDA KURTARILABİLİR TEK MİMARLIK VE ŞEHİRCİLİK ALANI
Necdet SAKAOĞLU
İster mazi, ister geçmiş diyelim, tarih kolay kazanılmıyor. Ama tarihte kazanılanları kaybetmek veya yanlış uygulamalara bırakmak, kolayca mümkün olabiliyor. Örneğin, 1960’ta Divriği Hükümet Konağını yıktıran, ilçenin yüzyıllık arşivini yaktıran kaymakam yetkili Askerlik Şubesi Başkanı, hangi gerekçeyle o tarihi yapıyı ve arşivi yok etti?.. Keyfiliklerin unutulması, arkadan gelenlere de cesaret verir kuşkusuz. Aynı durum Sivas’ta da yaşanmıştır. Timur’un kuşattığı kent surlarının bir taşı bile yok! İçkale bedenlerinin, eski fırka binasının dün denecek kadar yakın bir geçmişte yıktırılmasının gerekçelerini bugün kim onaylar?
Divriği’nin yüzyıllarla ifade edilebilecek uzun bir terk ediliş ve unutuluş döneminden geçerken giderek harabeleşen kendi özgün mimarisini ve kent dokusunu iyi kötü korumuştu. Divriği’nin eski görkemiyle sönüşe doğru manzarası arasındaki çelişkiyi, geçen yüzyıllarda yolu düşen her gezgin vurgulamıştır: Bahçelerin kuşattığı toprak damlı kerpiç evlerle örülü mahalleler; sokak başlarında yükselen ayan evleri, arasta düzeninde çarşı, geniş mezarlıklar, harap bir kalenin eteğinden çarşıya doğru eğimli bir alandaki, Türk kümbetleri, hamam, bedesten yıkıntıları ve yeryüzünde benzeri olmayan, kentin simgesi, anıtsal Ulucami ve Darüşşifa…
Arap coğrafyacıları, 12. 13. yy’larda Anadolu yarımadasının, en fazla 30-35 bayındır kentini tanıtıyorlar ki bunlardan ikisi, Sivas ve Divriği’dir. Daha eski kaynaklar, kentin kurulduğu, kanyonlarla parçalanmış genç dağlar arasındaki mevkiye, Fırat’ın kaynağı sanılarak “Abrik” denildiğini de belirtiyorlar. Bu sözcük, değişimlerden geçerek Divriği’ye dönüşmüştür. Tıpkı Sebaste’nin de Sivas’a dönüşmesi gibi.
11. yy’ın sonunda Mengücek Gazi’nin fethinden sonra, Divriği ve çevresi, 1074 –1277 arasında Mengücekoğulları’nın, “şah” ve”melik” sanlı beyleri tarafından yönetilmişti. Mengücek Gazi ile oğlu İshak’ın , Anadolu’nun fethi mücadelesine ve bölgesel savaşlara katılmalarına karşılık, İshak’ın ardılları I. Süleyman, Şahin Şah, II. Süleyman, Ahmed Şah ve Melik Müeyyed Salih, doğal güvenlikli kendi egemenlik ortamlarında barışçıl bir siyaset izlemeyi yeğlemişler; olanaklarını küçük başkentlerinin bayındırlığına harcamışlardı. Divriği’yi bugün de “Dünya Mirası” boyutlu değerler sırasına taşıyanlar onlardır.
Ülkeleri küçük, öngörüleri ve sanat anlayışları ileri Mengücek meliklerinin, demir madeninden ve vergilerden sağladıkları serveti, biricik kentlerinin bayındırlığına harcamaları, vuruş kırışı iş edinen çağdaşları hatırlandığında anlamlıdır. Küçük Divriği kenti; Konya, Kayseri, Sivas gibi önemli Anadolu kentlerine oranla, çağının uygarlık düzeyini daha özgün bir mimari donanımla elde edişini, adı geçen beylerine borçludur.
Kent, çağdaş diğer Türk-İslam kentlerinin ortak özelliklerini yansıtan Divriği’nin; Kale - Şehir- Bağlar düzenindeki yaşamını aralıksız 800 yıl sürdürdükten sonra, 20. Yüzyılın ortalarında başlayan hızlı değişim sürecinde, görece gerilediği doğrudur. Ancak bu yeni süreçte, kapalı coğrafya faktörünün etkisiyle eski kimliğini koruyabilmiş olması; kent dokusunun ve mimari varlıklarının farklı bir bakışla değerlendirilmesini gerektiren bir fırsat sayılmalıdır.
UNESCO Kültür Komitesinin, 1985’te belirlediği ilk “Dünya Kültür Mirası” listesinde Türkiye’den seçilen üç varlıktan tekinin, Divriği Külliyesi oluşu anlamlıdır. İspanya’daki Elhamra’dan (14. yy) Hindistan’daki Tac Mahal’e (17. yy) uzayan İslam uygarlıkları eksenindeki en eski miras konumundaki Divriği Külliyesinin (13. yy), kendi kültürümüzün, İslamiyetin ve evrensel uygarlığın bir şaheseri olduğu unutulmamalıdır.
Bu sanat âbidesi , şimdiye kadar genel kabul görerek onaylanmış, geniş çevresel düzenlemeyi de hedefleyen kapsamlı bir koruma projesinden yazık ki yoksundur. Son 50 yıl zarfında, yapının strüktürünü tehlikeye sokan, dekorasyonların bozulmasına, taşlarının erimesine neden olan mevzi müdahalelerse defalarca denenmiş; bu süreçte çevresi de kaçak ve plansız yapılarla dolmuştur. Amerika’dan Japonya’ya kadar, dünyanın her köşesinden kültür sevdalısı insanların ısrarla görmek istedikleri bu mucize yapıtı, şimdiki bakımsız durumu ve çevresindeki perişanlıkla insanlığa sunmak, ulusal onurumuzla bağdaştırılamaz.
Selçuklu Sultanı A. Keykubad’ın çağdaşı, Mengücekoğlu Melik Ahmed Şah’ın yaptırdığı Ulucami; Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek adına yapılan Darüşşifa ile Şehitlik denen türbeyi kapsayan 1228 tarihli külliye, Divriği’ye hakim bir taraçada konumlandırılmıştır. Bu iki mimarlık harikası; planları, yüksek kabartma nitelikli, kozmik şemalı özgün dekorasyon programları, eşsiz taçkapıları, zamanımıza kadar bozulmadan korunmuş iç mekanlarıyla tektir. Anadolu Selçuklu mimarisinin baş eseri olan külliyenin mimarları, taş , ahşap ve yazı ustaları, Ahlatlı, Tiflisli üstatlar Hürremşah, Hurşad, Ahmed, İbrahim ve Mehmed’in imzalarına, çağdaş başka eserlerde rastlanmaması da ilginçtir.
Anıt yapılarla aynı kent tabanını paylaşan Mengücekli kümbetleri, külliye (Bekirçavuş) hamamı , yüzeysel araştırmalarla ortaya çıkacak mimari kalıntılar; Külliyenin kuzey doğusundaki, 1241’de Ahmed Şah’ın yaptırdığı Mengücek Kalesi; Süleyman Şah (Kale) Camii ve Melik Salih Arslanburcu’nun ; onarım, restorasyon, koruma ilkeleri noktasında, Divriği Külliyesinden ayrı düşünülmemesi ilkesel bir gerekliliktir. 1151-1181 tarihli Kale Camii, 12. Yüzyıl Anadolusunda Cuma namazına açılan ilk birkaç mabetten biridir. Çiçekli kûfi ve Eyyubi nesihi kitabeleri, kapı cephesini süsleyen Fars kemeri, planı ve yapı tekniğiyle özgün; Divriği Külliyesiyle bir arada yorumlanması koşul bir yapıdır.
İçkalede anıtsal görünümüyle dikkati çeken Arslanburç bir başkule, seyir kulesi; Selçuklu içkalelerindeki adıyla “ahmedek”tir. Anadolu kentlerinden hiçbirinde bir başka örneği kalmamış tek yapıdır. Selçuklu ve erken dönem Osmanlı ahmedeklerinin tarihteki önemi dikkate alındığında bu yegane özgün örneğin, kale surlarıyla birlikte ivedilikle korumaya alınıp restore edilmesi ulusal bir görevdir.
Diğer yandan, 12. ve 13. Yüzyıllarda, Anadolu Türk Beylikleri ve Selçuklu Devleti dünyasında gelişen toplumsal hayat, kültür, sivil mimari vb konularda günümüze ulaşan bilgiler yetersiz, nesnel kalıntılar hayli tüketilmişken, Divriği’nin kendi kapalı havzasında koruyabildiği gelenekler, sürdüregeldiği konut kültürü, yedi yüzyıl önceki mekansal belirsizlikleri çözmek bakımından önemlidir. Buradaki sivil mimari örneklerinin en eskileri, yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi temsil etse de planları; “örtme”, “divanhane”, “toyhane” vb. mekanları, ahşap – kerpiç –kireç ağırlıklı malzemeleriyle bunların, çok eski bir geleneğin uzantıları olduğu yadsınamaz.
1181 tarihli Sitti Melik Türbesinin yanı başındaki Edebey evi ile Ulucami’ye yakın konumlu Topçuoğulları (Deliosman Ağa), çarşı civarındaki Sayigil evleri, Mengücekler dönemi “şehir” semtinin geleneksel üslubun ayakta kalmış son öğeleridir. Biri tadil, ikisi terk edilmiş durumdaki bu yapılar, kerpicine varıncaya dek incelemeler de yapılarak ivedilikle kurtarılmalıdır.
Klasik yerleşim düzeninin “Bağlar” semtindeki, selamlık dairesinin bir bölümü kamulaştırılarak Sivas Valiliğinin sağladığı ödenekle onarılan Ayanağa Konağı (1838), Divriği konutlarının günümüze ulaşmış en büyüğü, planıyla çok yönlü bütünlük sunanıdır. Yaklaşık 2.000 m2’lik temel üstünde, iki katlı, “selamlık”, mâbeyn”, “harem” daireleri taksimatlı bu yapı, özenli bir mimarlık örneği olarak da işlemeli tavanları, dolap, kapı ve pencereleri, alçı işi tezyinatıyla da dikkati çeker. Yazık ki bir bütün olarak kurtarılmasındaki zorunluluk algılanabilmiş değildir.
Aynı sokaktaki yaşıtı Alanlıoğlu İbrahim Efendi Evi’nin kurtarılıp restore edilmesi ise Ayanağa Konağından ayrı düşünülmeyecek kadar önceliklidir. Bu evin, tavanı çarhıfelek bezemeli divanhanesinin Divriği’de bir benzeri olmadığı gibi, ahşap, kerpiç malzemesi de taşıdıkları kimi işaretlerle Türk yapı tarihinin okunmasına katkı sağlayacak belgeler değerindendir.
2000-2007 yıllarında, çökme noktasına gelmiş Cumhuriyet İlkokulu binasının kurtarılması, kentin batı yakasındaki Sancaktar, Şeyhoğlu, Mühürdarzade, Şükrü Akın evlerinin belediyece kamulaştırıldıktan sonra, ÇEKÜL’ün öncülüğünde, yerel yönetim- sivil toplum dayanışmasından güç alınarak restore edilmeleri, kentsel ölçekli kurtarma girişimleri için doğru ve cesaret verici bir girişim olmuştur.
Çökmek üzere iken 2001 yılında Divriği Belediyesince kamulaştırılarak restorasyon projesi çalışmaları Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi “Yaz Okulu” çalışmaları kapsamında, Divriği Sosyal Yardımlaşma Derneğinin de katkılarıyla hazırlanan Abdullah Paşa Konağı’nın restorasyonunu ise 2002 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmiş; fakat başlatılan çalışma yarım kalmıştır.
Sonuç: Divriği’nin eski mahallelerinde dört yüz dolayında eski konut vardır. Bunlar, aynı geleneksel üslubun, farklı dönemlere, kentin semtlerine ve aile konumlarına göre özgün, zengin ve renkli bir Türk kenti sergilemesinin öğeleridir. 20.yy’ın ikinci yarısında tarihsel silüetleri neredeyse tamamen silinen Anadolu kentlerinin yitiklerini geri kazanmaları olanaksız. Selçuklu Anadolu’su mimarlık ve şehircilik anlayışının tek örneği olarak 21. yy’a ulaşabilen Divriği’nin, hem bu özelliği hem bir Dünya Kültür Mirasını kucakladığı dikkate alınarak için kentsel boyutta kurtarılması, 21. Yüzyıl anlayışına uygun bir yaklaşım olacaktır.
Adres : Söğütlüçeşme Cad.Siftah Sok.Kanarya Apt.No:17/2 Kadıköy/İstanbul Tel : 0216 345 12 86 Fax : 0216 345 12 86 Mail : kadikoydivrigi@yahoo.com.tr - ihsancalapverdi@mynet.com - ahmetyozgatli-58@hotmail.com |
|||
2020 Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği. Tüm Hakları Saklıdır. | Powered by yasincanturkeri. |